Kendine Yabancılaşma

Kendine yabancılaşma kavramı günümüzde yeni yaygınlaşmaya başlayan popüler bir kavram gibi gözükmekle beraber aslında insanların uzun yüzyıllardır yaşadığı ciddi bir kimlik sorununa işaret eder. Pek çok teorisyen ve bilim insanı klinik çalışmalarını ve terapi sürecini yürütürken , kuramlarını oluştururken bu kavramı kullanmıştır. Freud ego kavramıyla kişinin tam,bütün, muhakeme edebilen, gerçeği sağlıklı değerlendiren, travmalara,hayal kırıklıklarına, acılara, üzüntülere, yaniolumsuz yaşam olaylarına dayanıklı olan, “id “ diye tanımladığı yaşam enerji kaynağından gelen dürtülerimizi sağlıklı yollardan deşarj edebilen, diğeriyle sağlıklı ilişkiler kurmamızı sağlayan “ben “ olarak adlandırılan bir ruhsal yapı tanımlamıştır. Güçlü bir ego anlaşıldığı üzere kendi ile ilgili bir bütünlük hissetme ve farkındalık sağlar.Zayıf ego olarak tanımlanan yapı ise kendine yabancılaşma kavramı ile yakından ilgilidir. Ego gücü zayıf olan kişi (hayatındaki önemli ötekilerle kurduğu ilişkinin sağlıksız olması ,travmalar, olumsuz yaşam olayları nedeniyle) karar almakta zorlanır, çok sağlıklı muhakeme edemez, travmalara dayanıksızdır, üzüntü, acı, hayal kırıklığı, kaygı, belirsizlik, boşluk, anlamsızlık, hiçlik,değersizlik,yetersizlik gibi duyguları hissetmemek yada bunlarla baş edebilmek için bilinçdışı savunma mekanizmaları geliştirir. Bu savunma mekanizmaları yoluyla farkında olmadan gerçek duygularından, yani “ben” den , kendinden uzaklaşır. Araba kullanmayı öğrenirken her yaptığımız hamleyi düşünerek, kontrol ederek ve farkında olarak yaparız. Öğrendiğimiz bu bilgiler önce önce kısa süreli belleğimize, tekrar ettikçe de uzun süreli belleğimize ve bu hareketleri otomatik yapabilmemiz için beynimizin motor korteksine kaydedilir. Bütün bu işlemlerden sonra araba kullanırken nerdeyse tamamen otomatik, düşünmeden, çokta ne yaptığımızın farkındalığında olmadan yaparız hamlelerimizi. Bazı hamleleri yanlış öğrendiysek, araba kullanmayı öğrenirken çok korkutulduysak, öğreten kişi tarafından fazlaca kaygı yüklendiysek, yada gereğinden aşırı bir dozda dikkate yada rahatlığa teşvik edildiysek bu otomatikleşme sürecimizi olumsuz etkileyecektir. Yani biz şu anda hali hazırda araba kullanırken öfkelendiğimizde,kaygılandığımızda, yada kendimizi riske atacak davranışlarda bulunduğumuzda acaba gerçekten kendimiz mi öyle hissediyoruz yoksa bilinçdışı otomatik olarak mı öyle hissediyor ve davranıyoruz?Savunma mekanizmaları aynen bu şekilde kişiyi kendi gerçek arzu, duygu ve hatta düşüncelerinden bilinçdışı olarak uzaklaştırır. Bu bahsettiğim etki zayıf ego gücünden kaynaklanır. Bir düşünün gün içerisinde yaptığınız pek çok davranış,hissettiğiniz pek çok duygu, ürettiğiniz pek çok düşünce aslında gerçektensiniz hissettiğiniz duygular mı? , arzuladığınız davranışlar mı,? sağlıklı muhakeme yaparak ürettiniz düşünceler mi? Ego gücü yüksek kişiler bunların çoğunu farkındalığı yüksek ve kendilerine uzak olamayacak şekilde büyük oranda bilinçli olarak yapar. Kendine yabancılaşan yani ego gücü düşük kişiler ise bu sayılanların pek çoğunu farkındalığı olmadan, hatta gerçekte hissettikleri duygulara, yapmayı arzu ettiği davranışlara, sağlıklı düşünce ve değerlendirmeye uzak, yani bilinçdışı ve otomatik savunmalarla yaparlar. J.Masterson’ın gerçek kendilik ve sahte kendilik kavramları bu konu ile yakından ilişkilidir. Gerçek kendilik kişinin kendiliğinden, spontane, içinden gelerek, yaşam coşkusunu hissederek, farkında olarak, tercih ederek, potansiyellerini hayata taşıyarak, kendilik aktivasyonu yaparak yani yapmak istediği herhangi bir şeyi kaygılanmadan ve motive olarak yapma girişiminde bulunup engellere rağmen sürdürerek, kararlarını kendi alarak, aldığı kararların sonucunu yani hayatın sorumluluğunu üstlenerek, yaşamasıdır. Sahte kendilik ise bilinç dışı savunma mekanızmaları yoluyla kaygıdan, acıdan, üzüntüden, hiçlik ve boşluk duygularından, değersizlik ve yetersizlik duygularından kaçarak yada bu duyguları tekrar tekrar yaşayarak bu duyguları tamir etmeye çalışarak kişinin gerçek kendiliğinden uzak bir hayatı idame ettirmeye çalışılır. Hayatın erken dönemlerinde kişiyi yıkıcı duyguların etkisinden geçici olarak korumak için gelişen bilinçdışı savunma mekanizmaları aynı araba örneğinde olduğu gibi ilerleyen süreçte kalıcı hele gelen, hayat boyu tekrar eden kısır döngülere neden olan sahte kendilikler haline geline gelir. Bir kişinin aslında kendini çok zayıf , güçsüz ve değersiz hissetmesine rağmen çok güçlü, insanların korktuğu ve çekindiği, kendini çok beğenen ve çok değerli görüyormuş gibi gözüken bir kendilik oluşturması sahte kendiliğe örnek olabilir. Yada partneriyle olan ilişkisinde değersizlik,aşağılanma, yok sayılma duygularına rağmen ilişkiyi sürdürme, sosyal ilişkilerinde daha yakın daha içten,samimi ve daha aktif olmak isteyen bir kişinin arzu ettiğinin aksine çekinmesi, kaçması, yakın olunca boğulma duyguları hissetmesi, yalnız olmayı tercih etmesi, iş yerinde huzursuz, engellenmiş, potansiyellerini gerçekleştirmeye olanağı olmadığı halde yeni bir işe girip kendini ortaya koyabilme olanağı olan bir ortam yaratmada kaygıları olduğu için işten ayrılmama yada ayrılıp ayrılmama konusunda ambivalans gitgeller yaşama da gerçek kendiliğin ortaya çıkmasına izin vermeyen sahte kendilik örnekleridir. İnsanların zaman zaman hep aynı şeyleri yaşıyorum, hep aynı karakterde bana acı veren kişilerle ilişki yaşıyorum, diye sitem ettiklerini duymuşsunuzdur. Bu tekrar eden kısır döngüler nedeniyle, kişinin gerçek kendiliğini ortaya çıkarmasını engelleyen, bilinçdışı savunma mekanizmalarıyla oluşan sahte kendilikler ile pek çok insanın kendine yabancılaşma dediğimiz kimlik sorunu yaşamaktadır. Peki kişinin gerçek kendiliğinin ortaya çıkmasını engelleyen ve sahte kendiliklerin ortaya çıkmasına neden olan nedir? Hayatın erken dönemlerinde (0-3 yaş) kişinin hayatındaki önemli ötekilerle ( anne, baba, büyük anne büyük baba, bakıcı vs.) kurduğu ilişki çok önemlidir. Çocuk ilk kendilik girişimlerinde, hayatı tanıma çabalarında, doğal ve kendiliğinden gelişen yaratıcı faaliyetlerinde yüreklendirilmez, hatta fazlaca engellenmeye çalışılırsa, cezalandırılırsa, görmezden gelinirse, aşağılanır utandırılırsa, yeterli duygusal yakınlığı alamazsa, olumsuz yaşam olaylarında yeteri kadar yatıştırılmazsa, aşırı duygusal yatırıma maruz kalırsa(annenin bağımlı yapısı nedeniyle çocukla aşırı bağımlı bir ilişki kurması) kendi olması ve birey olmaya başlamasının aile tarafından çocuğa sanki ailesini terk ediyor duygusunun ve suçluluğunun yüklenmesi( bu durumda çocuk birey olursam, kendim olursam ailemi terk etmiş olurum ve onlarda beni terk eder duygusu hisseder),yakın olduğu kişiler tarafından duygusal olarak yada fiziksel olarak terkedilirse, bu duygularla baş edilmek için bilinçdışı otomatik olarak ortaya çıkan sahte kendilikler oluşur. Bu sebeple kişi gerçek kendiliğini ortaya koyamayan, gerçek kendiliğini ortaya koyarsa ebeveynleri tarafından duygusal yada fiziksel olarak terk edilecek olan, yada cezalandırılacak, engellenecek ve desteklenmeyecek olan bu çocuğun çaresizliğiyle sahte kendiliklerle ,bir sis bulutu içindeymiş gibi, kendine yabancı bir yetişkin olarak hayatını idame ettirir. K.Horney kendine yabancılaşma ile ilgi olarak gerçek öz kavramına değinmiştir. Horney’ e göre gerçek öz; kendi duygu ve düşüncelerimize yönelik “ hoşnut kalan yada karşı çıkan, benimseyen ya da yadsıyan, uğruna ya da karşı çaba gösteren, evet ya da hayır diyen kendiliğindenlik tepkileri” üretir. Bütün bunlar gerçek özümüz güçlü ve aktif olduğu zaman bize kararlar alma ve bu kararların sorumluluğunu üstlenme gücü kazandırdığını gösterir. Bu nedenle gerçek öz, doğal bir bütünleşmeye ve nesnel bir birlik, bütünlük duygusuna yol açar. B u sadece bedenle ruhun , eylemle duygunun ya da düşüncenin, değişmeyle uyumun birliği değildir, bunların içsel bir çatışma olmaksızın işlevlerini sürdürmeleridir. Burada işleyişe eşlik eden bir gerilim yoktur, olsa bile önemsizdir. Öze yabancılaşma olarak adlandırılan kavram, bir insanın şu anki yaşamının geçmişiyle ilişkisi, yaşamının sürekliliğine beslediği duyguda da dahil olmak üzere, gerçekte ne olduğuna yada nelere sahip olduğuna ilişkin duygularının tamamı bulanmış ya da silinmiş olabilir. Oldukça yaygın bir alana yayılabilmesine rağmen çoğunlukla kişiler bu sürecin farkında değillerdir. Bu ancak psikoterapi sürecinde ortaya çıkabilir. bu güncel öze yabancılaşmanın çekirdeğinde, çok daha önemli ve belirleyici olmasına rağmen kavranması daha zor bir olgu vardır. Kendine yabancılaşan bireyin kendi duygularından , arzularından, inançlarından ve enerjisinden uzaklaşmış olmasıdır. Bu, bireyin kendi yaşamında etkin ve belirleyici güç olma duygusunu yitirmiş olmasıdır. Kendine yabancılaşma sorunu matrix, gerçeğe çağrı hatta süpermen, örümcek adam gibi pek çok popüler filmde de direk yada örtük bir şekilde konu edilmiştir. Bu filmlerde kahramanlar sahte, kendilerine ait olmayan, kendilerini ortaya koyamadıkları, potansiyellerini hayatlarına taşıyamadıkları, ters giden bir şeyler olduğu ama neyin yanlış olduğunu bilmedikleri duygusunu hissettikleri, gerçekte olmak istedikleri kişi olamadıkları hayatlar yaşamaktadır. Bir gün mucize eseri hatta genelde doğaüstü güçlerle gerçek kendiliklerini bulmaktadırlar. Bu durum bile aslında insanların gerçek kendiliklerini, gerçek özlerini ortaya çıkarma konusunda bunun ancak bir mucize yoluyla olabilecek kadar imkansız bir şey gibi hissettiklerini göstermektedir. Bu sahip olunan kısır döngülerin, sahte kendiliklerin, kendine yabancılaşmanın,bilinçdışı ve otomatik olarak pek çok insanın hayatını ne denli engellediğine güzel bir örnek oluşturmaktadır. İlişki sorunlarından, cinsel problemlerden, iş yaşamındaki engellenmelerden , öfke kontrol sorunundan, panik atak yada depresyon semptomlarından, sosyal kaygılarından yakınarak psikolojik destek almak için görüşmeye gelen kişiler ruhsal varoluşlarının çekirdeğiyle olan bağlarını yitirdiklerinden, sahte kendiliklerinden kurtulmak istediklerinden, gerçek kendiliklerini inşa edemediklerinden, ego gücünün zayıflığından yakındıkları için gelmezler. Görüldüğü gibi kendine yabancılaşma yani kişinin kendisi ve hayatıyla ilgili farkındalığının bozulmuş olması diğer pek çok ruhsal soruna eşlik etmekte hatta direk olarak ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Önemli olan kişide oluşan semptomlar değil, bu semptomların işaret ettiği kısır döngüler ve gerçek kendiliğinden uzaklaşmış olan patolojik zeminidir. Görüldüğü pek çok bilim insanı, teorisyen, filozof, hatta senarist ve yazarın bu konuda oldukça fazla sayıda çalışması vardır. Kişinin kendiliğinden, doğal, huzurlu,yaratıcı, kaygısız, yaratıcı, kendilik girişimleri yapabildiği, hayatının sorumluluğunu aldığı aldığı, farkında olmadığı sahte bir hüzün , sahte bir neşe, sahte bir güç yada güçsüzlük, sahte bir cesaret yada sahte bir korkaklık hissetmeden, kendi gerçek duygularını yaşayıp, isteklerini hayata geçirebildiği, yani kendi olabildiği bir hayat yaşaması ancak bu kendine yabancılaşma sürecinden, kısır döngülerden, yani sahte kendiliklerinden kurtulmasıyla mümkün olacaktır.

Kaynakça:K.Horney Nevrozlar ve insan gelişimi,(1999).
J.Masterson. Gerçekkendilik, (2010)
R.Solso, K.Maclin, H.Maclin.Bilişsel psikoloji, (2007).

Diğer Blog Yazıları

Menü